Sorunlara çözüm sunmak beni her zaman korkutmuştur. Nedenini tam olarak ben de bilmiyorum belki sosyal sorunlara çözümler genelde politikacılar tarafından sunulduğu ve politikacıların da genelde sevilmediğindendir. Aslında sevilmek ya da sevilmemek konusunda büyük bir kaygım yok. Ama yine de insanların arkamdan kötü konuşmasını, onları anlamamış olmayı ve bazı grupların canını yakıyor olmayı hiç istemem. Çoğu zaman sosyal sorunlara getirilen çözümler böyle sorunlara yol açtı. Birileri anlaşılmadı, birileri fazla “anlaşıldı”.
Ama bugün, çok değer verdiğim bir hocamın, yol göstericimin ricasını kırmayarak, sorunlara kendi çözüm önerilerimi paylaşmak istiyorum. Bunlar doğrudur yanlıştır demiyorum. Bunlar yapılsın da demiyorum. Sadece yaptığım karşılaştırmalardan yola çıkarak birkaç öneri sunuyorum.
Bundan önceki yazımda sinirimi dizginlemeye çalışarak da olsa yine sinirlenerek taciz, kadın, dekolte, tacizin meşruluğu konularına değinmeye çalışmıştım. Bu konularda hala yazıyor olmak beni çok rahatsız etse de ne yazık ki konuşmak gerekiyor. Çünkü bugün hala Fatmagül’ün Suçu Ne? Diye bir dizinin tecavüz sahnesi reyting rekorları kırıyor. Ve bu dizinin bilgisayar oyunu (erkeklerin Fatmagül’ü yakalayıp tecavüz ettiği) insanların beğenisine sunuluyor.
Hal böyle iken, bu cinsel açlığın ve hatta belki bunalımın göz ardı edilmemesi gerekiyor. Ve işte ben de burada ses çıkarıyorum. Tam olarak bu kelimede: göz ardı etmek.
Türkiye nüfusunun büyük bir çoğunluğu Müslüman. İktidardaki parti muhafazakar bir parti. İnsanların çoğu için cinsiyet kelimesi garip. "Kadın" ayıp. "Bayan" kibar ve tercih edilebilir. Kadın- erkek ilişkisi konuşulmaz. Cinsellik, cinsiyet öyle saklı, öyle gizli ki insanlar bu kelimelerin manalarını bile ancak "büyüyünce" öğrenebiliyorlar. Karşı cinsi tanımak ancak evlenilecek yaşa geldiğinde mümkün. Bunu derken bir şeyin altını çizmek istiyorum. Karşı cinsi tanımak ifadesindeki amacım insanların genç yaşta cinsel ilişkiye girmesi değil.(bu konu beni hiç mi hiç ilgilendirmiyor, herkes kendi seçimlerini yapsın ve onu yaşasın; hayat da bayram olsun). Sadece karşı cinsle ilişki kurmak. Bugün bir kadın olarak şunu diyebilirim ki birçok kadın erkek arkadaş edinmiyor. Çünkü bir erkek onlar için potansiyel sevgili ya da koca. Çoğu kimse bir kadın ile bir erkek arasında arkadaşlık, dostluk ya da kardeşlik olacağına inanmıyor ne yazık ki. İnanmadıkları gibi “nefis bu kendini tutamayabilir “gibi de zırvalıklar üretiyor. Bunların hepsi boş laf oysaki. Bir kadın ve bir erkek arkadaş olabilir, dost olabilir, yan yana, kol kola, omuz omuza yürüyebilir. Bunu anlamak çok şey değiştirecek. O zaman erkek kadın için korkulacak bir şey olmayacak bence. O zaman kadın da erkek için taciz edilecek bir cinsel obje halinden çıkacak. Önemli olan her iki cinsiyetin de temelde insan olduğunu görmek, anlamak ve ona göre yaşamak.
Bu tür bir anlayışın gelişebilmesi için gerçekten de sorunun kökenine inmek gerekiyor. Çocukluğa. (bunun da tam bir köken olduğunu söylenemez, ama bireyin kişisel tarihi açısından en eski yer denilebilir bir anlamda).
Çocukların nasıl ve ne anlayışlarla büyütüldüğünü incelemek ve sonuçlara varmak gerekiyor. Bugün dünyanın deneyimlediği 2 büyük dünya savaşından ders almamışçasına oğlunuzun eline oyuncak silah verip oynamasını bekliyorsanız, 18ine geldiğinde ona ruhsatlı silah alma hakkı sağlıyorsanız şiddeti körüklüyorsunuz demektir. Buna karşılık kızınıza oyuncak bebekler, çay takımları, oyuncak ev aletleri, oyuncak makyaj takımları alıp evin içinde iş yapma pratiklerini gelişltirmesine yardım ediyor ve "oynamasını"bekliyorsanız, 12sine geldiğinde oturmasına kalkmasına dikkat etmesi gerektiğini öğütlüyor, 18ine geldiğinde “evlenecek” yaşa geldiğine inanıyor ve inandırıyorsanız, kadını erketen ayırıyor, evin içine, korunması gereken olarak konumlandırıyorsunuz demektir.
Çok küçük yaşta başlıyor cinsiyet rolleri çocuklara aşılanmaya. daha doğmadan hazırlanıyor,kız çocuklar pembelere bürünüyor, erkekler mavilere. Kimliklerimizin rengi bile farklı, peki neden? Kadın olmak ne demek? Erkek olmak ne demek? Aradaki fark ne? Neden böylesine bir farkla iki ayrı yol çiziliyor ki önümüze? Neden erkek, kadın için “öteki” ya da “karşı” cins? Benim için tüm bu sorular bazı sorunların çözümü için birer anahtar.
Çocukların nasıl ve ne anlayışlarla büyütüldüğünü incelemek ve sonuçlara varmak gerekiyor. Bugün dünyanın deneyimlediği 2 büyük dünya savaşından ders almamışçasına oğlunuzun eline oyuncak silah verip oynamasını bekliyorsanız, 18ine geldiğinde ona ruhsatlı silah alma hakkı sağlıyorsanız şiddeti körüklüyorsunuz demektir. Buna karşılık kızınıza oyuncak bebekler, çay takımları, oyuncak ev aletleri, oyuncak makyaj takımları alıp evin içinde iş yapma pratiklerini gelişltirmesine yardım ediyor ve "oynamasını"bekliyorsanız, 12sine geldiğinde oturmasına kalkmasına dikkat etmesi gerektiğini öğütlüyor, 18ine geldiğinde “evlenecek” yaşa geldiğine inanıyor ve inandırıyorsanız, kadını erketen ayırıyor, evin içine, korunması gereken olarak konumlandırıyorsunuz demektir.
Çok küçük yaşta başlıyor cinsiyet rolleri çocuklara aşılanmaya. daha doğmadan hazırlanıyor,kız çocuklar pembelere bürünüyor, erkekler mavilere. Kimliklerimizin rengi bile farklı, peki neden? Kadın olmak ne demek? Erkek olmak ne demek? Aradaki fark ne? Neden böylesine bir farkla iki ayrı yol çiziliyor ki önümüze? Neden erkek, kadın için “öteki” ya da “karşı” cins? Benim için tüm bu sorular bazı sorunların çözümü için birer anahtar.
Bunları yazarken yurt dışındayım, Hollanda’da. Burada farklı ülkelerden bir sürü insan var. Kaldığım yurtta kız erkek karışık kalıyoruz. Her yer ortak alan. Kadınlar istediklerini ve çoğu zaman benim için iddialı sayılabilecek kıyafetler giyiyorlar. Mini etekleriyle bisiklet kullanıyorlar. Ve inanın henüz bir kişi bile görmedim ki dönüp böyle bir kadına baksın. Bir yeri görünsün, bir yerine dokunalım, taciz edelim gibi bir çaba yok erkekte. Kadın gece vakti yolda öylesine rahat yürüyor ki. Çünkü kadın da erkek de farkında: ikisi de temelde insan. İkisi de yasalar önünde “eşit”. Gerçekten eşit ama, lafta kalan bir eşitlik değil bu.
Ah Avrupa ahlakı, sanatı, vs gibi batı özentisi laflar etmek değil amacım. Aksine özenti tavırlara karşıyımdır her zaman. Buraya Türkiye’den gelip “ay bizim ülkemizde böyle çok kötü, şöyle çok kötü “diyip yumurtadan çıkıp kabuğunu beğenmeyenlerle doğru mu yapıyorum bilmiyorum ama konuşmuyorum bile. Çünkü sinirlerim bozuluyor. Milliyetçi biri değilim. Sinir bozukluğum da bundan değil. Ben de eleştiriyorum bazı şeyleri. Paylaşıyorum arkadaşlarımla. Ama hiçbir zaman “ay medeniyet dediğin bu” ayaklarında özenerek bir şeyleri anlatmıyorum. Her şeyin bir nedenin olduğunun farkındayım en azından. Her neyse, dediğim gibi amacım asla aman Avrupa yaman Avrupa demek değil.
Sadece farkı fark etmeyi sağlamak istiyorum. İnsanlar saklanmıyorlar, vücutlarını da beyinlerini de ruhlarını da saklama ihtiyacı duymuyorlar. Bu onları teşhirci de yapmıyor. Bir şeyler “yasak” olmayınca onu yapma gereği de duymuyorlar. Tıpkı burada belli miktarda uyuşturucu taşımanın serbest olması gibi. Kafası güzel öyle çok arkadaş var ki. Bir tanesinde bile saçma sapan bir hareket, sapıkça bir eğilim görmedim. He uyuşturucu serbest olsun demek mi bu? Hayır. Ben temelde insan beyninin uyuşmasına karşıyım. Sadece şunu söylemek istiyorum. Bir şeyleri yasaklamak, yasak kılmak çoğu zaman o şeye duyulan özlemi, arzuyu arttırır. Şiddete gebe bir arzu. Can acıtmaya, zarar vermeye eğilimli ruh.
Belki bazı şeyleri görünür kılmak onun daha az göz önünde olmasını sağlar Elif Şafak’ın Mahrem’de anlattığı . Ne kadar göz önünde olursan, o kadar saklanırsın.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder