Asansör kapısının önünde, çekimler için alması gereken kızı bilmem
kaç saattir beklerken ayaklarına bakıyordu. Pislikten rengi dönmüş bez
ayakkabılarının özensizliğinden utanmıştı bir an. Plaza hayatına bu
ayakkabılarla asla adım atamayacağını biliyordu. Hoş, plaza insanı olmak gibi
bir derdi de kalmamıştı. Dandirik staj programları mülakatlarından bile
elenince isyanı basmış, pis bez ayakkabılarını ayağına geçirip düzensiz mesaili,
havalı olmayan, hatta leş denilebilecek işleri kovalamaya başlamıştı. Tam şu an
mesaisinin 4.saatindeydi.
Üniversitenin ilk yazında pek de havalı olmayan bir şirketin
kurumsal iletişim departmanında staj yapma şerefine nail olmuştu. Şirket pek
havalı olmasa da departmanının ismi yeterince havalıydı. Bu hava ona da
annesine de yetmişti. Stajının ilk günü yazılı olmayan plaza kurallarına uyarak
plaza ölüleri kervanında yerini almıştı. Ruhundan eser olmayan kurumsal
kıyafetlerini çekmiş, kendini öldürdükçe öldürmüş, öldükçe mutlu olmuştu. Siyah
kalem eteği, siyah babetleri, beyaz şifon gömleğiyle tam da hayal ettiği gibi
olmuştu. İlk gün çok heyecanlıydı. Henüz ne demek olduğunu tam idrak edemediği
beyaz yaka dünyasının kurallarını öğrenmek için can atıyordu. O da sabahları
karton bardakta kahve içmeden ayılamamak, toplantıdan toplantıya koşmak,
işlerin deadlinelarını kovalamak, scheduleına bakıp insanlara invitation
göndermek istiyordu. Bunları yaparsa güçlü olacaktı. Çok güçlü olacak, herkes
ona saygı duyacaktı. İşte bugün, stajın bu ilk günü istediği özendiği bu
dünyaya ilk adımını rugan siyah babetleriyle atıyordu. Herşey mükemmeldi.
Staja başladığı pek de havalı olmayan bu şirket Maslak’ta
eski bir plazada tek katlı bir ofisten ibaretti. Pek de havalı olmamasına
rağmen onun için yeterince dikkat çekiciydi. Staja kabul edildiği tebliğ
edildiği günden beri nerede şirketin ismini görse (ki çoğu zaman google’a
ismini yazıp aynı sayfalara bakmak oluyordu bu) içi içine sığmıyordu. İşte o da
bu takımın bir parçasıydı. Hem de, bu pek de havalı olmayan şirketin kurumsal
iletişimini yapacaktı.
Kurumsal iletişim...İletişim lafına aşinaydı. Günlük hayatta
duyduğu, sakız gibi sündükçe sünen bir mevzuydu hatta onun için. Okulda da çok
konuşulan bir konuydu. Ama kurumsal iletişim? “Tam da gizemli beyaz yaka
dünyasına yakışacak havalılıkta” diye düşünmüştü staja kabul edildiği tebliğ
edildiğinde. En ufak bir fikri olmamasına rağmen bayılarak kabul etmiş, bugün
de bayılarak hazırlanıp gelmişti.
Maslak’ta şirketi bulmak zor olmadı. 3 gün öncesinden
çıkardığı yol haritasıyla eliyle koymuş gibi buldu şirketi. Hatta biraz erken
buldu, kendine kızdı. Kurumsal hayatın havalı insanlarının randevularına ufak
da olsa geç kaldığını kuzenleri konuşurken duymuştu. İnek öğrenciler gibi tam
saatinde orada olduğu için havalı olmaktan bir adım uzaklaşmıştı. Birden siyah
rugan babetleri geldi aklına. Hala parlaklardı, babetlerde kendi yansımasını
gördü belli belirsiz. Bir özgüven konuşması yaptı içinden sessiz ve plazanın
kapısından girdi.
Danışmaya yöneldi, cılız bir sesle “günaydın, kolay gelsin”
deyip bugün pek de havalı olmayan şirkette kurumsal iletişim departmanında ilk
günü olduğunu söyledi. Canına yandığı danışmadaki sevimsiz kadın, sanki onun bu
dünyaya ait olmadığını anlamış gibiydi. Buz gibi bir ses ve mahkeme duvarı gibi
bir suratla “bekleyin” dedi. Canı sıkıldı. Beklerdi beklemesine, beklemişti
zaten 3 ay staja kabul edilmeyi de kadın onun buraya ait olmadığını nereden
anlamıştı. Kenardaki koltuklara yöneldi ve başladı beklemeye. Plazaya giren
çalışanlar danışmanın yüzüne bile bakmadan ellerindeki beyaz kartı okutup
turnikeden geçiyorlardı. Danışmadakiler de onların yüzüne bakmıyordu zaten.
Arada kendisi gibi danışmaya soru soran insanlar geliyordu. ama onlar, onun
gibi cılız sesle konuşmuyorlardı. Günaydın da demiyorlardı, soru sorup fönlü
saçlarını savurarak ya da manşetlerini karizmatik şekilde çekiştirerek
danışmanın onları yönlendirdiği yere doğru oturuyorlardı. Bu manzaralara şahit
olduktan sonra iyiden iyiye morali bozuldu. Ona neydi ki danışmadaki kadına
işin kolay gelip gelmemesinden, bok
vardı onu ekleyecek. Danışmadaki kadın bile anlamıştı işte onun çömez olduğunu,
ona oturma alanını bile göstermemişti. Kalbi kırılmıştı, plazanın kum rengi
duvarları üstüne üstüne geliyordu. Bugün bu moralle nasıl geçecekti acaba diye
düşünürken tanıdık bir sima gördü.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder