10 Eylül 2022 Cumartesi

Şimdi Sinemalarda

Çocukluğumun geçtiği semtte iki sinema salonu vardı. Birinin adı o zamanlar nedenini tam olarak anlamadığım şekilde Oscar diğerininki ise Güney. Oscar sineması istasyonun bir alt paralelindeki caddede hemen köşedeydi. Siyah filmli camlarının üzerine asılı afişler sarı ışıkla aydınlatılır, seyircilerin tüm dikkati vizyondaki ya da “pek yakında” gelecek olan filmlere çekilirdi. Akşam karanlık çöktüğünde pırıl pırıl parlayan ışıkların altındaki afişler beni nasıl büyülerdi, dün gibi aklımda.

Caddenin sonuna doğru yürüyüp ikinci sağdan ilerlediğinizde sağ kolda bir pasaj görürdünüz. İşte Güney Sineması o pasajın içindeydi. Burada oynayan filmlerin afişleri pasajın girişindeki duvarların üst kısımlarına sağlı sollu yerleştirilirdi. Seans saatlerini okumak için boynumuz koparcasına dikkatlice bakardık. Sonuçta eve giriş çıkış saatimizi ailelerimize doğru söylememiz çok önemliydi. Kimse sinema çıkışı kendisini almaya gelen babasını 10 dakika dışarıda bekletmeyi göze alamazdı. Güney Sineması, Oscar Sineması’na göre bana daha az havalı gelirdi. Hem salonları küçük hem de salonlara ulaşabilmek için pasajın bodrum katına inmeniz gerektiğinden her defasında bir ürperirdim sebepsiz. Bu yaşımda hala daha sinema salonundan çıkınca aldığım derin nefesler o günlerin mirası olsa gerek.

Sinema biletini aldıktan sonra midemde uçuşan o kelebekleri hatırlıyorum. Ne büyük heyecandı benim için. Evde film izleyebileceğim bir VHS ya da benzeri bir teknoloji olmadığından mı o kadar büyülüydü bilmiyorum. O anlar kendime kıyak geçtiğim ya da felekten bir kaç saat çaldığım anlar gibi gelirdi. Sanki dışarıdaki dünya durur, herkes benimle aynı filmi aynı dev ekrandan izlerdi. O yüzden her film çıkışında dış dünyaya adapte olmam zaman alırdı. Çocuk ruhuma olduğu kadar gözlerime de büyük geliyordu demek ki izlediklerim.

Bugün olduğu gibi o zamanlar da sinemaya dışarıdan yiyecek ve içecek sokmak yasaktı. Ah bir şeyin yasak olması ne fena! Nasıl cazip kılıyor bu sözcük o yasaklanan şeyi. O an itibariyle canım her şeyi çekerdi, ama sanırım en çok cips. Oscar’ da da Güney’de de cipsler aynı şekilde satılırdı: patates cipsi ve şeffaf bir poşet içerisinde. Bol tuzlu ve yağlı, belki biraz bayatlamış ama çok lezzetli. Çocuk harçlığım bu cipsleri almaya yetmediği için ondan göreceli daha ucuz ve kesinlikle daha bayat olan mısırdan alırdım, tabi ki en küçük boy. Sahi sinemada sürekli taze yapılabilecek bu mısırlar neden bayattı?

Küçük ya da bayat fark etmez, film arasında dakikalarca bekleyip aldığım o mısırdan mutluydum. Filmin diğer yarısının tadını doya doya çıkaracağım mısırımla kalan yarıya hazırdım. Güney Sineması öğrenciler için kampanyalar yapmaya başladığında ben de daha sık sinemaya gider olmuştum. Tabi bu esnada büyümüş ve etrafımda olup biteni daha farklı yorumlar olmuştum. Yan salondan gelen seslere daha bir kaç sene öncesine kadar gülerken artık rahatsız oluyordum. Mısırın tadı canımı sıkıyor, şeffaf paket cipslerin yerine gözüm Doritos’lara kayıyordu. Zamanla koltuklar rahatsız gelmeye başladı. Çok bozmuşlardı çok.Neden daha fazlasını sunamıyordu bu salonlar bana? Bir ses yalıtımı yapmak, taze ürünler sunmak bu kadar zor olmamalıydı. Arkadaşlarımla birlikte yavaş yavaş yeni açılan sinema zincirlerini denemeye başladık. Her yer ışıl ışıl, koltuklar rahat, her şey taze. Kusura bakma Oscar ve Güney, daha da kapından içeri girmem. Sen hak ettin bunu! Öyle de oldu. O kapılardan içeri bir daha girmedim.

Yıllar geçtikçe Oscar ve Güney önce izleyicilerini sonra merak uyandıran filmlerini en sonunda da mekanlarını kaybettiler. Artık istasyonun paralel caddesinde Oscar Sineması yok. Güney Sineması’ nın bulunduğu pasajın duvarlarında popüler markaların logoları asılı. Peki ben neden her iki mekanın da önünden başımı eğip hızlı adımlarla geçiyorum? Neden o mekanların önünden geçen onlarca insana “burada eskiden tüm semtin gittiği sinemalar vardı, biliyor musunuz?” deyip hikayemi anlatmak istiyorum? Ben değil miydim isyan bayrağını çekip kendimi konforlu zincir sinemaların kollarına atan? Ben değil miydim yan salondan gelen filmin sesine kıkırdamayı bırakan, daha fazlasını hak eden? Sahi neydi bu, bir çeşit günah çıkarma mı? Cevabını yakınlarda buldum bu sorunun. Ne günah çıkarmaydı yaptığım ne de basit bir utanç. Çocukluğumun, ergenliğimin ilk heyecanlarını doğru düzgün veda bile edemeden kaybetmiştim. Zaman hızlanmış ben de o zamanın hızına yetişmiş arkama bile bakmadan uzaklaşmıştım oradan. Oscar’da da Güney’de de izlediğim son filmlerin son olduğunu bilmeden kaybetmiştim onları. Çocukluğumun sihirli mekanlarına hoşça kal diyememiştim.

Sahipleri hala hayattalar mı bilmiyorum. Bu yazı dönüp dolaşıp önlerine düşer mi, sanmıyorum. Ama onlarla sohbet edebilsem kalpten bir teşekkür etmek isterdim. Sinemaya gidelim deyince midemde uçuşan kelebeklere, burnumda tüten mısır kokusuna, her şeyden önemlisi çocukluğumu ve ergenliğimi capcanlı hatırlamama sebep oldukları için binlerce kez teşekkür ederim.

Mekanların renkleri gözünüzü boyayacak kadar canlı olabilir ama içinde biriktirdiğiniz anlar, anıya dönüşmüyorsa belki de yanlış filme girmişsinizdir.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder