26 Mart 2015 Perşembe

Bir Reçel Hikayesi

Herkesin annesi gibi benim annemin de eli pek lezzetlidir. Bilenler bilir zeytinyağlı sarması efsanedir. Reçellerinin ise müdavimleri vardır. Mesela kuzenim özellikle portakal reçeline bayılır. Ablam kahvaltılarda şeftali, çay yanına meze yapmaya da ayvayı favorilerine almıştır. Babam, annemin yapımı olsun da ne olursa olsun kafasında. Benimse çocukluktan beri en çok sevdiğim çilek reçelidir. Rengi mi yoksa kokusu mu, yoksa çileğin çocuklar arasındaki dayanılmaz popülerliği midir bilinmez, küçükken tanelerini ayırarak yediğim çilek reçelini şimdilerde özellikle beyaz peynirli ekmeğimin üzerine son rötüş atarken zevkle tüketirim.
Reçel bizim evin olmazsa olmazıdır. Hani bazı hanelerde turşunun bir mevsimi vardır da kavanozlar, sebzeler, tuzlar dört koldan hazırlanır ya, işte bizim için de reçel o şekilde kutsal rutinde hazırlananlardandır. Meyve en doğru mevsiminde özenle seçilir: tadı, kokusu, boyutları çok önemlidir annem için. Kimse alınmasın ama annem nice  gurmelerden daha özenli, pek bilmiş gıda mühendislerinden çok daha tekniğe hakimdir.
Çocukken evimizdeki o büyük reçel kazanından korkardım. Müthiş rengi ve kokusuyla beni cezbeden bu reçelin kaynarken üzerime dökülmesinin hayali bile tencereye uzaktan selam çakmama yeterliydi. Ama hiçbir zaman annemin reçel merasimini kaçırmazdım. Çilekleri hazırlayıp şekere yatırdığında gizli gizli o çilekleri mideye indirmek kaçırılabilecek türden birşey değildi. Meyveler sularını iyice salıp artık benim için çiğ yenemeyecek, annem için de ideal kaynama kıvamına geldiğinde ocağın ateşi yanar biz de doğru mutfağa yollanırdık.
Şu hayatta en huzurlu koku kapıdan girdiğinizde sizi karşılayan taze reçel kokusudur. İşte o kokunun her anına şahit olmaktı benim çocukken edindiğim işim. Annem tencerenin başından bir dakika bile ayrılmazken ben de onun gölgesinde olan biteni izler dururdum.
25 yaşındayım. Evimizde tencerelerce reçel kaynadı. Kuzenim için portakal, ablam için şeftali ve ayva, benim için çilek kavanozları ayrıldı. Reçeller hala parlak ve tüm GDO hikayelerine rağmen meyveler hala lezzetli. Bense hala bu reçellerin nasıl bu kadar parlak ve lezzetli olduğuna vakıf olamadım. Bence annem bana çaktırmadan içine başka birşeyler koyuyor ya da gizli bir dua okuyor reçel kaynatırken.
Kendi evime çıkınca çok sevdiğim bir arkadaşım “yemek tarifleri defteri” almıştı bana. Cicili bicili bir kapağı var bu defterin, yemek tariflerinin yazılacağı sayfalarsa kategorilendirilmiş: zeytinyağlılar, hamurişleri, reçeller... Bir türlü elim gitmedi o defteri kullanmaya. Annemden tarif alıp oraya not almak istemedim, nedensiz. Her defasında, arayıp “Anne, şimdi bu tarhanayı yaparken ne kadar önceden ıslatmalıyım?” sormak benim için çok daha kolay geldi.
Yakınını ya da çok sevdiği birini sonsuza dek kaybetme korkusunu yaşayanlar beni iyi anlar.
Şair demiş; sizin hiç babanız öldü mü, benim bir kere öldü kör oldum. Haklıymış.
Cumartesi günü annemin geçirdiği kalp krizini öğrediğimde kör oldum. Yalnız oldum, kimsesiz oldum. Sonrası mı?
Şaire saygım sonsuz. Hastane köşesinde çaresizlikten yorgun düşmüş şekilde doktorların ağzının içine bakarken aldığımız güzel haberle yüreğimize su serpildi. Aniden kör olan birinin yeniden görmeye başlaması gibi: tarfisiz, eşsiz, yorgun bir mutluluk.
Şüphesiz dünyanın belli bir döngüsü var (bu dönemde etrafımdakilerin tüm nefret dolu bakışlarıma rağmen defalarca tekrarladığı gibi!). Ama annenizin biricik kızı, babanızın kuzusuyken onların yokluğunu bir an bile hissetmek tokat gibi. Koca dünyada köksüz, yalnız, kimsesiz hissediveriyorsunuz.
Yanlışları tek bir klavye hareketiyle geri almaya öyle alışmışız ki zannediyoruz ki kaybettiklerimizi de geri getirebileceğiz. Oysa bak ne diyor Cemal Süreya: “benim bir defa öldü, kör oldum”. Bir defa ölür sevdikleriniz. Sonrasında kaybettikleriniz hanenize yazılır da yazılır. Annemi kaybetseydim bir daha geri kazanamayacaktım, bir daha asla konuşamayacak onun sesini duyamayacak, asla birlikte kahve içemeyecektik. Bir daha asla yemeklerini yiyemeyecek asla ama asla yemek tarifi alamayacaktım. Çünkü kaybetmiştim bir defa onu. Oysa ben hala daha çilek reçelinin nasıl o kıvamda yapıldığını öğrenemedim ya da zeytinyağlı sarmanın dibinin tutturmadan nasıl pişirileceğini bilmiyorum. Neden tarif defterine elimin uzanmadığını anlıyorum şimdi. Ben o tarifleri annemin sesinden dinlemeyi onun elinden yemeyi seviyorum.

Dönülmez akşamın ufkundayken vakit çok geç! 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder