Taze başlangıçlar yapmak kolay değildir benim için. Çoğu insan da benimle aynı fikirdedir diye düşünüyorum. Öyle ya alıştığınız konfor alanınızın dışına çıkmak kolay mı öyle küt diye? Bu yüzden Erasmus'a giderken bile içten içe kalmak istiyordum, hoş gidince bunlar değişti ama işte o ilk adım... O ilk adım hep çok zor oluyor bende. Oysa bugün yeni bir başlangıç yapabilmenin heyecanını duydum yüreğimde. İçim titredi resmen. Ellerim de. Hani öyle anlar gelir de ellerinizi nereye koyacağınızı bilemezsiniz sevinçten, çeneniz düşer, aptal suptal gülersiniz. İşte öyle bir his bu. Sevincimi çok da gösteremiyorum, sınırlandırılmış bir ortam olduğu için etrafımdaki. İçten içe kutluyorum yeni başlangıcımı.
İnsan bulunduğu durumu iyileştirmek için atıyorsa o adımı atabiliyormuş meğer. Atınca da "oh be" diyormuş. Vücuda şu terbiyeyi vermeli insan; iç sesini dinle. Harbiden ne zamandır deniyorum içimden geleni yapınca çok daha mutlu oluyorum, doğru da çıkıyor, oh ne rahat! Hehehe bazen de bu meret konuşmuyor o hiç hoş olmuyor ama. O zaman dürtüklüyorum falan ama ıı ııh, hiç oralı değil. İyi be diyip geçiyorum yakınlarına, belki bir fısıltı olsun duyarım diye. Neyse işte böyle alınıyor bende kararlar artık, bitişler başlangıçlar böyle ayarlanıyor.
Denize girmek gibi yeniliklere açık olmak, kararlar almak. Adım adım girmeye çalışırsan üşüyorsun, ve alışman gitgide zorlaşıyor. Oysa tüm vücudu iskeleden salmak lazım pat diye düşsün aşağı, bak nasıl alışıyor! Denize girerken de bıraktım temkinliliği, kafam rahat. Oha kızın dert ettiği şeye bak demeyin, valla insan taktı mı takıyor, ben niye çok temkinliyim, ben neden planlıyım, neden her şeyi planlıyorum,vs.
haydi kalın sağlıcakla!
12 Eylül 2011 Pazartesi
9 Eylül 2011 Cuma
Eskiden yani ben daha çocukken dönemsel değişmelere uğrayan renk tercihlerim vardı. Hiç unutmam 5.sınıfta favorim kırmızıydı, baştan aşağı kıpkırmızı giyindiğim beden eğitimi dersini hatırlıyorum (hatırladıkça da istemsiz bir yanak kızarması oluşyor bende, he bir de tabi gerçekten eğitilmesi gereken bir bedene olan inancım büyüyor, neyse). Başka bir dönemde muhtemelen yine aynı dönem ya da ortaokula geçiş safhasıydı hatırlamıyorum tam, nefti yeşil, haki gibi renklere gönül vermiştim. Bir dönem de turuncu sevdalısı olmuştum, hoş ben sadece turuncu bir şeyin (bilen bilir sırt çantam)sevdalısıydım. O ürün o renk alınmalıydı. Bu huyum hala da devam ediyor, hatta gariptir artıyor. Neyse karışık bir giriş olmasın ben bir anlatayım derdimi. Bu dönem dönem farklı renklere gönül verme olayı bir yandan taraftarlık gibi bi durum. Yani siz bi tarafı seçip temsil ediyorsunuz gibi geliyordu o zamanlar. Siyah giyen şöyle, pembe böyle falan gibi. O dünyada farklı renkler farklı kategoriler demekti belki de. Ama bunun bugünkü anlamıyla şiddetli kategoriler olduğunu düşünmüyorum, bizimkisi masum çocuk renkleriydi işte. Büyüdükçe ben bu duygumu kaybettim. Favori renklerim çıkıyor her sezon illa ki ama bir renk benim en sevdiğim renk olamıyor. Her renge gönül vermiş durumdayım (bkz.ayran gönül) Hal böyle olunca her telden çalabiliyorum. Bunu da seviyorum bir yandan.
Niye yazdın şimdi bunu diye soracak olursanız valla ben de bilmiyorum ama aklıma geldi turkuaz ayakkabılarıma bakınca. Hani 40 yıl düşünsem aklıma gelmez, gidip özellikle de almam yani bu renk bir ayakkabı ama ucuzdu evet ve ben şans verdim. Eskiden olsa asla giymezdim, o rengin hayatıma girmesine izin vermezdim, beni yansıtmıyorsa ya da aşina değilsem kendisine yeri benim yanım değildi. Oysa şimdi her renge bir şans verilmeli kanaatindeyim. Allahım neler oluyor bana!!! Normalde bakıldığında bunu yaşlandıkça yaşamaz insanlar. Genelde büyüdükçe daha keskin tercihler yaparlar. Bende durum benjamin button!
Renklere fırsat verebildiğim bu dünyamda farkında olmadan geliştirdiğim bişi daha var aslında: tüm farklılıklara fırsat vermek. Öyle ya artık okuyoruz, okuduğumuz gerçekten anlıyoruz, kendimize göre yorumlayabiliyoruz. Okudukça ve öğrendikçe görüyorum, aslında her renk hayata kendine ait bişiler katar. Tat verir. Bir doktorlar kutsisi repliği olarak; beyaz olmak lazım, her rengi içinde taşıyan ama hiç birine benzemeyen. (bunu da kutsi demeyeydi iyiydi)
Niye yazdın şimdi bunu diye soracak olursanız valla ben de bilmiyorum ama aklıma geldi turkuaz ayakkabılarıma bakınca. Hani 40 yıl düşünsem aklıma gelmez, gidip özellikle de almam yani bu renk bir ayakkabı ama ucuzdu evet ve ben şans verdim. Eskiden olsa asla giymezdim, o rengin hayatıma girmesine izin vermezdim, beni yansıtmıyorsa ya da aşina değilsem kendisine yeri benim yanım değildi. Oysa şimdi her renge bir şans verilmeli kanaatindeyim. Allahım neler oluyor bana!!! Normalde bakıldığında bunu yaşlandıkça yaşamaz insanlar. Genelde büyüdükçe daha keskin tercihler yaparlar. Bende durum benjamin button!
Renklere fırsat verebildiğim bu dünyamda farkında olmadan geliştirdiğim bişi daha var aslında: tüm farklılıklara fırsat vermek. Öyle ya artık okuyoruz, okuduğumuz gerçekten anlıyoruz, kendimize göre yorumlayabiliyoruz. Okudukça ve öğrendikçe görüyorum, aslında her renk hayata kendine ait bişiler katar. Tat verir. Bir doktorlar kutsisi repliği olarak; beyaz olmak lazım, her rengi içinde taşıyan ama hiç birine benzemeyen. (bunu da kutsi demeyeydi iyiydi)
7 Eylül 2011 Çarşamba
6-7 Eylül
Fiziki yorgunluk buaralar hat safhada dostlar. Üstüne bir de haber sitelerine erişim yasak olunca çok fazla haberdar olamıyorum gündemden. Eve gidince yorgunluktan bayılan beden sabahın köründe de olsa bilgisayarı açıp bütün haber sitelerini yeni sekmede açıyor ama yine de, neyse. Tarihe takıldım iki gündür:6- 7 eylül. Yaşamadığıma her gün şükrettiğim o kötü geçmişin temsilcisi acıklı tarihler. Aradım taradım bulamadım bu kısıtlı zamanda bu günlerle ilgili bir yazı, bir eleştiri. Radyoda İsraille ilgili haberler, bir de tabi Fenerbahçe ve TFF savaşı. Nasıl yorumlamam gerektiğini anlayamadım. Unutulmak mı isteniyordu? İsteniyorsa neden? Ben neden bu haberleri görmek istedim?
Acıların temsili ve çoğu zaman teşhiri o acıları tekrar üretmekten ve hatta bir süre sonra bir meta haline getirmekten başka bir işe yaramıyor ne yazık ki. Hakkında çıkan özlü sözler misali bir kaç entelektüel(!) yazarın sözü, bir kaç köşe yazısı, popülistliğin önüne geçememiş kitaplar, vs. Duymak ya da görmek istediklerim bunlar mıydı benim? Olamaz, ben bu olamam. Sonra sordum kendime tekrar, ne görmek istiyorsun ve neden?
Aslında çok basitti, benim istediğim bir yüzleşmeydi. Ülkemin hala yapabildiğine inanamadığım bu utancı kabul etmesi ve bu ülkedeki herkesin ama herkesin 6-7 eylül utancıyla yüzleşmesiydi. Amacım ne başkalarının acılarına uzaktan bakan popülistleri okumaktı ne de acıları deşmek, teşhir etmekti. Ben anlamak istiyordum, neden oldu, nasıl oldu, kim yaptı, kim körükledi. Tartışmak istiyordum. Herkes bilsin, herkes yüzleşsin bu gerçekle istiyordum. Olayların ve acıların üstüne örtülen kirli tozlu örtüler kaldırılsın istiyordum. Dum dum diyorum da yanlış anlaşılmasın hala istiyorum. İsteyenin bir yüzü kara...
Acıların temsili ve çoğu zaman teşhiri o acıları tekrar üretmekten ve hatta bir süre sonra bir meta haline getirmekten başka bir işe yaramıyor ne yazık ki. Hakkında çıkan özlü sözler misali bir kaç entelektüel(!) yazarın sözü, bir kaç köşe yazısı, popülistliğin önüne geçememiş kitaplar, vs. Duymak ya da görmek istediklerim bunlar mıydı benim? Olamaz, ben bu olamam. Sonra sordum kendime tekrar, ne görmek istiyorsun ve neden?
Aslında çok basitti, benim istediğim bir yüzleşmeydi. Ülkemin hala yapabildiğine inanamadığım bu utancı kabul etmesi ve bu ülkedeki herkesin ama herkesin 6-7 eylül utancıyla yüzleşmesiydi. Amacım ne başkalarının acılarına uzaktan bakan popülistleri okumaktı ne de acıları deşmek, teşhir etmekti. Ben anlamak istiyordum, neden oldu, nasıl oldu, kim yaptı, kim körükledi. Tartışmak istiyordum. Herkes bilsin, herkes yüzleşsin bu gerçekle istiyordum. Olayların ve acıların üstüne örtülen kirli tozlu örtüler kaldırılsın istiyordum. Dum dum diyorum da yanlış anlaşılmasın hala istiyorum. İsteyenin bir yüzü kara...
Kaydol:
Yorumlar (Atom)