Facebook abuk subuk yenilikleriyle karşıma çıkıyor her gün. Az önce bir soru sormuş: 90lardan en çok neyi özlediniz diye. Bir dolu cevap var. Ama benim cevabım ne bir oyun ne bir dizi. Ben 90lardan en çok çocukluğumu özledim. Klasik çocukluğa dönelim, el ele verelim muhabbeti yapmıyorum. Şu an sadece çocukluğumu özlediğimi fark ettim. Çocuk olduğum için izliyordum Çılgın Bediş'i, çocuk olduğum için heyecanla bekliyordum atariyi benim kullanmama izin vermelerini. Her şey çocuk olduğum için anlamlıydı. Oysa o an hiç çocuk değildim. Ben çocuk olduğumu büyüyünce anladım çoğu insan gibi. Bazı insanlar var, çocukluklarında yaptıkları haylazlıklar, "bile bile"leri gülerek anlatan. Benim pek böyle bir çocukluğum olmadı. Hep sorumlu, derli toplu, olgun tıngırdardım. Şimdi bana kaybolan yıllarımı verseler öyle mi olurdu? Asla.
Genelde bu soruya evet derim. Kaybolan yıllara tekrar sahip olsam, yine aynı şekil kaybederdim. Ama çocukluğum böyle olmazdı. Şımarıklığın dibine vurur, sonunu hesaplama çabasına girmeden hata yapar, sonunda da ağlamazdım. Bunu demek şimdi kolay. Gelecekten dönüp bakıyorum. Çünkü biliyorum ki büyüdüğümde istesem de hatalarımın sonucunda ağladığımda karşımdaki beni kolayca affetmez, ya da babamın getirdiği bir karamelli "Peki" (bu bir kek adıydı;bkz. peki peki anladık sen her şeyden tatlısın sözlerine sahip reklam müziği vardı) gecemin mükemmel olması için yeterli olmaz.
İşte bu yüzden 90lardan en çok çocukluğumu özledim Facebook. Var mı seçeneklerde?
22 Mayıs 2011 Pazar
17 Mayıs 2011 Salı
bir arkadaşım bu blogu açtığımda "yaz, yalnızlık ve hüzünler en çok yazdırır" demişti. Bu blogu da zaten bu amaçla açmıştır. Yalnız kaldığım bu yolculukta bana can yoldaşlığı etsin, yol arkadaşım olsun diye. Başlarda da epey hüzünlüydüm doğru. Çünkü ilk defa evden ayrılmıştır. 21 yıldır sahip olduğum kanatlarıma ilk kez yüklenmiş, havayı kanatlarımın altında hissedip uçmuş, uçmuştum. Bu kadar uzağa, annemin eteğinin dibinden bunca uzağa ilk defa kanatlanmıştım. Korkuyordum. İlk defa gerçek bir birey olduğumu tam manasıyla hissediyordum. Şimdi bunu okurken "kendine güven eksiği varmış" yok efendim "ne var biz hep hissediyoruz" diyenler çıkabilir. Çıksın da zaten. Aslında en çok onlar için yazıyorum ben şimdi. Neden mi?
Çünkü bilmedikleri bir şey var. Benim de önceden bilmediğim bir şeydi bu. Özgürlük. Özgürlük hakkında daha önceden yazmıştım. Amacım kendimi tekrar etmek değil. Bir konuda yanlış bildiğimin doğrusunu paylaşmak istiyorum.
Ben özgür olduğumu zannederdim İstanbul'da zaman zaman ailemden ve arkadaşlarımdan uzak, kimsenin bilmediği bir şey yapıyorken. Yani yapabilmişsem eğer :) Oysa özgürlük sandığım şey tam olarak da sınırlarını bildiğim dünyamda en uç sınıra yürümekmiş. Oradan öteki dünyaları görmeye çalışmamışım meğer. Kararlarımı kendim verirken kendimi tam bir özgür birey olarak hissederdim. Oysa hiç de özgür değildim. Bunu kötü bir manada söylemiyorum. Yalnızca şunu açıklamak istiyorum. Ne zaman ki yanınızda ananız babanız arkadaşlarınız olmaz. Bir başınıza uçup konarsınız bir yerlere. İşte o zaman büyürsünüz ve bir birey olmak ne demek anlarsınız.
İşte başlarda ben bu sorumlulukla başa çıkamayınca bir can yoldaşı edindim kendime. Sonra onunla farklı şeyler de konuştum. Ama esas amacım paylaşmaktı yalnızlığı ve bir nebze de olsa sorumluluğu. 21 yıldır ilk defa tamamen kendi ekonomini yönetmek zorunda olmak. Bunu tamamen izole olmadan asla bilemezsiniz dostlar. Şehir dışında okuyanlar biraz daha şanslı sayılabilir. Ama onlar da tam manasıyla bilemezler. Bir telefon ötede ya da bir otobüs mesafede değil sevdikleriniz. Burada tek başınıza, yepyeni bir hayat kurmak zorundasınız. Kimsenin yardımı olmadan. Kendinizin annesi, babası, arkadaşı olmak zorundasınız. E ben gibi kendiyle kavga etmeye pek bir bayılanlar için zor olabilir bu süreç. Ama imkansız değil.
Ben geldim gördüm çok şey bildim demek değil bunu yazıyor olmak. Sadece bilmediğimiz bir sürü şey varmış meğer; onu söylemek istedim.
Kendi başınıza kaldığınızda yaşadığınız en güzel şey ne ama biliyor musunuz? Kendinizi tanımak. Çünkü bu yalnızlık, yolculuk, deneyim aslında bir yandan da bir keşif. Kendinizin keşfi. Sınırlarınızı, sevdiklerinizi, sevmediklerinizi, sizi görmeniz için bir keşif.
Bu keşfi yaşayacak olanlara şimdiden iyi yolculuklar.
Çünkü bilmedikleri bir şey var. Benim de önceden bilmediğim bir şeydi bu. Özgürlük. Özgürlük hakkında daha önceden yazmıştım. Amacım kendimi tekrar etmek değil. Bir konuda yanlış bildiğimin doğrusunu paylaşmak istiyorum.
Ben özgür olduğumu zannederdim İstanbul'da zaman zaman ailemden ve arkadaşlarımdan uzak, kimsenin bilmediği bir şey yapıyorken. Yani yapabilmişsem eğer :) Oysa özgürlük sandığım şey tam olarak da sınırlarını bildiğim dünyamda en uç sınıra yürümekmiş. Oradan öteki dünyaları görmeye çalışmamışım meğer. Kararlarımı kendim verirken kendimi tam bir özgür birey olarak hissederdim. Oysa hiç de özgür değildim. Bunu kötü bir manada söylemiyorum. Yalnızca şunu açıklamak istiyorum. Ne zaman ki yanınızda ananız babanız arkadaşlarınız olmaz. Bir başınıza uçup konarsınız bir yerlere. İşte o zaman büyürsünüz ve bir birey olmak ne demek anlarsınız.
İşte başlarda ben bu sorumlulukla başa çıkamayınca bir can yoldaşı edindim kendime. Sonra onunla farklı şeyler de konuştum. Ama esas amacım paylaşmaktı yalnızlığı ve bir nebze de olsa sorumluluğu. 21 yıldır ilk defa tamamen kendi ekonomini yönetmek zorunda olmak. Bunu tamamen izole olmadan asla bilemezsiniz dostlar. Şehir dışında okuyanlar biraz daha şanslı sayılabilir. Ama onlar da tam manasıyla bilemezler. Bir telefon ötede ya da bir otobüs mesafede değil sevdikleriniz. Burada tek başınıza, yepyeni bir hayat kurmak zorundasınız. Kimsenin yardımı olmadan. Kendinizin annesi, babası, arkadaşı olmak zorundasınız. E ben gibi kendiyle kavga etmeye pek bir bayılanlar için zor olabilir bu süreç. Ama imkansız değil.
Ben geldim gördüm çok şey bildim demek değil bunu yazıyor olmak. Sadece bilmediğimiz bir sürü şey varmış meğer; onu söylemek istedim.
Kendi başınıza kaldığınızda yaşadığınız en güzel şey ne ama biliyor musunuz? Kendinizi tanımak. Çünkü bu yalnızlık, yolculuk, deneyim aslında bir yandan da bir keşif. Kendinizin keşfi. Sınırlarınızı, sevdiklerinizi, sevmediklerinizi, sizi görmeniz için bir keşif.
Bu keşfi yaşayacak olanlara şimdiden iyi yolculuklar.
10 Mayıs 2011 Salı
Çocuklar gibi eğlenmek. hiç düşündünüz mü bu deyim üzerine? kim bilir kaç defa kullanmışızdır hayatın içinde, düşünmeden, sormadan, sorgulamadan. Neden sadece eğlenmek değil de çocuklar gibi eğlenmek deriz?
Ben böyle anlarımı hatırlıyorum, o sebeple de bu soruya naçizane bir yanıtım var. Çocuk eğlenirken, gülerken yarını düşünmez. Bırakın yarını bir dakika sonrasını hesaplamaz. O andır onun tek gerçekliği. Güldüğü, eğlendiği andır yaşamı. Planlar yapmaz, hayal kurar. Gülerken de eğlenirken de dibine vurur. Korkmaz. Demez "çok güldüm çok ağlayacağım" diye. Sonradan öğretirler ona. Bu hayatta mutlu olabilmek için, gülebilmek için bir bedel ödemesi gerektiğini sonradan öğretirler. Öğrendi zaman da çocuk olmaz zaten. Büyük olur. Eğlendiğinde "çocuklar gibi eğlendim" der ara ara.
Ara ara söyler bunu. Çünkü çocuklar gibi eğlenmek bu büyük dünyada zordur artık. Öyle ya dertleri bir kenara koyup karnın kasılana kadar gülmek her baba yiğidin harcı değildir. Cesaret ister, yürek ister. Neden mi? Çünkü büyüksen inanırsın her kahkahanın bir bedeli olduğuna. Oysa bu bize öğretilen en büyük yanlıştır. Belki de ilk büyük yanlış.
Gülmek için hayattan izin almamalı. Aynaya baktığınızda gördüğünüz yüz size tanıdık geliyorsa gülmek için bir sebebiniz var demektir.
Ben böyle anlarımı hatırlıyorum, o sebeple de bu soruya naçizane bir yanıtım var. Çocuk eğlenirken, gülerken yarını düşünmez. Bırakın yarını bir dakika sonrasını hesaplamaz. O andır onun tek gerçekliği. Güldüğü, eğlendiği andır yaşamı. Planlar yapmaz, hayal kurar. Gülerken de eğlenirken de dibine vurur. Korkmaz. Demez "çok güldüm çok ağlayacağım" diye. Sonradan öğretirler ona. Bu hayatta mutlu olabilmek için, gülebilmek için bir bedel ödemesi gerektiğini sonradan öğretirler. Öğrendi zaman da çocuk olmaz zaten. Büyük olur. Eğlendiğinde "çocuklar gibi eğlendim" der ara ara.
Ara ara söyler bunu. Çünkü çocuklar gibi eğlenmek bu büyük dünyada zordur artık. Öyle ya dertleri bir kenara koyup karnın kasılana kadar gülmek her baba yiğidin harcı değildir. Cesaret ister, yürek ister. Neden mi? Çünkü büyüksen inanırsın her kahkahanın bir bedeli olduğuna. Oysa bu bize öğretilen en büyük yanlıştır. Belki de ilk büyük yanlış.
Gülmek için hayattan izin almamalı. Aynaya baktığınızda gördüğünüz yüz size tanıdık geliyorsa gülmek için bir sebebiniz var demektir.
Kaydol:
Yorumlar (Atom)