3 Nisan 2011 Pazar

Keşke sahip olduklarımızın değerini anlamak için onlardan uzağa düşmemize gerek kalmasa. Uyandığımızda sevdiğimizi yanımızda her gördüğümüzde, annemizi her kokladığımızda, güneşi tepemizde bazen bizi kavururken de olsa her hissettiğimizde mutlu olsak. Sahip çıksak sahip olduklarımıza. Hayatımızı sahiplensek keşke. Keşke hiç keşke demesek en klasik deyimiyle. 
Öyle olmuyor ama çoğu zaman. Manzaranın yanında yüzünü boğazdan tarafa çevirmeyen öğrenci kafilesi ne o manzaranın farkında, ne de bir yanının Avrupa diğer yanının Asya olduğunun. Ya da gördüğü güneşin yarın doğmayabileceği ihtimali hep çok uzak geliyor insana. İçten içe ölümsüz olduğuna inanıyor belki. Ya da o ölse bile güneşin ölmeyeceğine. Oysa o öldükten sonra ne anlamı vardı ki güneşin yine doğacak olmasının. Sen görmedikten sonra bahar gelmiş çok mu önemli. 
Sahip olduklarımızın, etrafımızdakilerin değerini bilmeliyiz. Onların değerini anlamak için mahrum kalmayı beklememeliyiz. Şimdi diyorum kendi kendime 'dönünce Boğaz'da yürüyeceğim, İstanbul'un tadını böyle çıkaracağım, Türkiye'yi gezeceğim' falan filan. Oysa bir yanım sessizce mırıldanıyor: yapmayacaksın. Unutacağım verdiğim sözleri. Yaşamaya vakit ayırmayı çok göreceğim; koşuşturmak, görevleri yerine getirmek daha önemli olacak. Peki sonra?
Yaşlanacağım. Belki de hiç yaşamadan yaşlanacağım.

1 yorum: