22 Mart 2011 Salı

SEYRETMEK?

Savaş fotoğrafları ne kadar çarpıcı şeyler. İnsanı birbirinden farklı binlerce düşünceye sürükleyebiliyor tek bir kare. Ama bana bu yazıyı yazdıran vicdani bir durum. Savaş fotoğraflarına arkada hareketli bir reklam müziği, ayaklarımı uzatmış rahat koltuğumdan bakıyordum. Amacım yarınki derse bir görsel bulmaktı. Evet, esaslı amacım buydu. Sonra işte bu yazıyı yazıyorum. Kendime inanamayarak, düştüğüm durumu gözden geçirerek.
Bazıları orada, hep oradaydı zaten. Uzakta birileri hep seyirlikti. Bir kaç tuşla ulaşabileceğimiz seyirlik görsel malzemelerimiz. Ne taraftan bakmak isterseniz de o taraftan bakabilirsiniz bu fotoğraflara. İster fotoğrafları gerçeklik kabul edip inanamazsınız gördüğünüz şiddete, isterseniz "hmm neden bu kare, bu yazıyla sunulmuş, fotoğrafçı bizi nereye odaklıyor, vs" gibi daha bir sofistike bakarsınız olaya. Ben mi? Ben şuan ne yapıyorum bilmiyorum. Hem derinlikli bakmak istiyorum, hem de içim içimi yiyor nasıl olur diye?
Ben şuan bir insan olarak bunlara bakmaktan utanıyorum en çok. Aşırı tepki veriyorum belki de. Olgun bir tepki değil bu kimilerince belki kim bilir? Bildiğim tek şey var ben bu fotoğraflara laptopım kucağımda, rahat koltuğumda bakmaktan rahatsızlık duyuyorum. Başkalarının gerçekliğini seyirlik bir malzeme gibi tüketmekten de. Bunu tüketmek zorunda olmak (derse görsel götürmek) olmaktan da. İster eleştirelim, ister acıyalım, ne yaparsak yapalım değil mi ki orada "bizden uzak" olanın acısını dindiremiyoruz ve sadece izliyoruz, o zaman fazla söze hacet yok benim için. Duyduğum utançtan başka bir şey değil.
Neden mi yazdım? Bilmem içimden geçiyordu, beni yiyordu bu düşünceler salıverdim ben de onları. Belki başkalarını da yer bitirir diye.

3 Mart 2011 Perşembe

Ben artık penceremden hiç kimseye cevap vermeyeceğim. Yıllar ilerledikçe, düşünceleri daha da geriye, şiddete eğilen kimseleri ciddiye alıp onlara cevap yazmakla uğraşmayacağım. Biliyorum hiç bir zaman benim yazılarımdan haberdar olmayacaklar. Olsalar da korkmam zaten. Onlardan korkan onlar gibi olsun.
Ama işte yine yazıyorum. Cevap niyetine değil belki ama onların yarattığı ruh haliyle yazıyorum. Hüzün, sinir, üzüntü. Gazete, gazeteci olmak, toplumu bilinçlendirmek değil de haberdar etmek önemli işler benim için. O yüzden gazeteci olmak hayalim vardı hep. Ama tıpkı lise yıllarında tutturduğum hukuk hayalim gibi ondan da aynı sebepten ötürü vazgeçtim arkadaş. O zamanlar da haberlerde çıkan, hukuk okuyan arkadaşlarımdan duyduklarım doğrultusunda "ben bu hukuk sisteminin içinde olmak istemiyorum" deyip elimi ayağımı çekmiştim. Şimdi bunu okuyanlar diyebilir ki korktun mu, neden savaşmadın, kaçmak vazgeçmek en kolayı, bencilce bir karar...
Size bir dolu örnek sıralayabilirim. Don Kişot misali yel değirmenlerine savaş açıp kös kös yerine oturtulan insanların örneklerini anlatabilirim. Bu denemenin yanlış olduğu anlamına mı geliyor, hayır. Tabi ki isteyen denemekte serbest. Ama ben yıkmak için de olsa o yanlışın çarkına girmek istemiyorum. Düşüncem bu. Dışarıdan tekmeler atıp, tokatlarla eritebilirim belki diye bir umudum var. Mesela yazarak, nesillere bu düşünceleri tartıştırarak. Bilmem, uzun vadeli de olsa daha çekici bir yol sanki bu.
Gazete işi de böyle. Her ne kadar kapatılmaya çalışılsa ve başarılsa da ha bire yazıyorum arkadaş ben blogta. Yazacağım da. Nasılsa bu kafayla "o gazetelere" yazar olamayız. O zaman ben de kendi köşemi, kendi gazetemi yaparım, penceremi açarım.
Buraya gelip de Türkiye haberlerini okudum okuyalı hep aynı sinyal yanıyor beynimde. Göçmenleri ve beyin göçü meselesini anlamak. Sahiden, eskiden beyin göçünün ne kadar da kötü bir şey olduğunu düşünüyordum. Oysa şimdi o insanlara öyle çok hak veriyorum ki. Neden okuyorsun? Neden Türkiye'de çalışacaksın? Okurken gırtlağına kadar borca batmak için mi? Mezun olur olmaz yakana yapışıp aldığın 3 kuruş maaşı kurutmaları için mi? Yoksa yıllarca çalıştıktan sonra emekli maaşı denen 3 banknotu çekerken sırada can vermek için mi? Neden?
İnsan memleketini, ülkesini seviyor, özlüyor. Ben de özlüyorum ve ben de seviyorum. Bunu okuyup da "amaaan bu kızda iyice milliyetçi oldu oralarda" demeyin. Arada fark var. Milliyetçilik (hatta abartıp nationalism diye dersini aldığım konu) tamamen farklı, azınlıkları hiçe sayan,çoğunlukçu bir zihniyet. Ben bunun bir parçası değilim. Ama Türkiye'deyken içten içe hissettiğim, söylersem "faşist" damgası yerim diye korktuğum içimde büyütüp adını koyamadığım bir his var: ben ülkemi seviyorum. Ve ben Türkiyeli bir insanım. Ama.
İşte hep bir ama var. Okuyup, büyük insan olup göç edenler var ya hani, arkalarından su dökmeyin boşuna. Çünkü tez zamanda gelmezler. Hasretini, özlemini kalbine gömüp, işini yapmak isteyenler, kendi hayatlarını, emeklerini her şeyin önüne koyanlar, ki bunlar bencillik değildir arkadaş, dönmezler. Dönmesinler de. Hayır yani, insanları ülkedeyken süründürdüğümüz yetmiyor bir de dışarıdayken hain damgası vuruyoruz. Asıl hain kim merak ediyorum. Hain ne demek? İhanet eden mi? Peki kim kime ihanet ediyor?
Bilmem. Ben sadece sorarım. Cevabını da kendimce veririm. Ama şimdi sadece sormak istedim. Yazmak istedim. Özlediğim memleketimin yazarlarının kilometrelerce uzaktan beni üzmelerine isyan etmek istedim.
Sağlıcakla kal sevgili ülkem.

1 Mart 2011 Salı

Ben Konuşurum. Ben Susarım. Ben Düşünürüm.

Hayatta en büyük korkularımdan biri kendimi ifade edememek, derdimi karşımdakine anlatamam oldu her zaman . Bu yüzden uzak doğuya gitmekten hala korkmaktayım. Hiçbir fikrimin olmadığı bir dil, bambaşka bir dünya, kendine özgü kültürel ve toplumsal değerler. Kendimi bir şekilde ifade edebilirsem ne ala. O zaman ismi duyulmamış bir kabileye de giderim. En kötüsü konuşamamak, anlaşılmamak ve dolayısıyla yalnız kalmak. 
Konuşabildiğim, yazabildiğim ve her şeyden önce düşünebildiğim için çok mutluyum. Çünkü bunlar her canlıya bahşedilmemiş. O yüzden insanlar gerçekten de özel varlıklar. Anlayamadığım bir şey var, düşünmek neden bazılarını bu kadar korkutuyor?
Neden düşünmeye, yazmaya, kendini ifade etmeye engeller konuluyor hala? İnsanlar neden yazılarını, fikirlerini, beğenilerini sosyal medyada paylaşamıyor? Farkındayım, twitter, blogger, Facebook, vs. bunlar çok yeni ve popüler kullanımlar. Ve kullanıcılar sadece fikirlerini çarpıştırmak için değil hayata tutunmak için de kullanıyorlar bunu. Popüler bir tüketim söz konusu şüphesiz. Ama ben de bu tüketicilerin içindeyim. Bugün bu yazıyı Avrupa'nın Hollanda ülkesinden küçük bir şehirden yazıyorum ve siz muhtemelen çok başka bir yerden okuyorsunuz beni. Bu, yani benim başka başka yerlerden okunuyor olmam, farklı fikirleri olan arkadaşlarımın ya da yabancıların benim fikirlerime zaman ayırıp okuyor olması nasıl güzel bir his anlatılmaz. Ama bazıları bunu bana ve benim gibi kullanıcılara çok görmekte. Hayır, konuşamazsın, sus otur demekte. Belki bugün konuşup yazamadığım gibi bir kaç ay sonra da okuyamazsın bunları diyerek başka şeylere yasak gelir kim bilir? Peki ne olur o zaman? Hangi güç, hangi zihniyet, hangi iktidar, hangi muhalefet benim düşüncelerime ket vurabilir ki? Big Brother içime kadar girmedi henüz. Henüz ruhuma da beynime de hükmedemiyor. "Henüz", korkutucu bir ifade oldu sanki. "Asla" da çok radikal. Ne yapmalı? Düşünmeli. Her daim düşünmeli. kelimeleri, olayları, olguları düşünmeli, düşündükçe tartışmalı ve yazmalıyız. 
Çok sıkça kullanılan ifadeler görüyorum yasaklı paylaşım alanlarında: size nefes tükettiğimize değmez, bunu tartışmaya gerek bile yok gibi. Bunlar elbette karşındakini ciddiye almamak, gücünü yok saymak gibi politik bazı anlamlar taşıyor belki. Ama ben böyle düşünmüyorum. O yüzden de politikadan pek anlamıyorum zaten. İyi mi yapıyorum kötü mü bilmem. Tek bildiğim çatlak sesleri, muhalefeti, isyanları, gericileri, ilericileri, Batı'yı Doğu'yu, hiçbir şeyi yok saymamamız gerektiği. Çünkü tüm bunlar yok sayılmayacak kadar önemli yarınlara yürüyor. Bugün yok saydığımız, yarın bizi yok sayabilir.
Durum böyleyken ifade özgürlüğüne, paylaşımların engellenmesine akıl sır erdiremiyorum. Neden düşünmekten bu kadar çok korkuyoruz? Beynimizin hafıza belleği dolar diye mi? Yoksa canımız acır diye mi? Neden düşünmekten de düşündürmekten de kaçıyoruz? 
Nedenlerini biliyorum. Bir çok nedeni var. Ben bu soruların cevabını bilmediğim için sormadım. Sadece sormak istedim, sordurtmak istedim, sorduğumu göstermek istedim. Sürünün bir parçası olmak istemedim. Hepsi bu.