Herkesin annesi gibi benim annemin de eli pek lezzetlidir.
Bilenler bilir zeytinyağlı sarması efsanedir. Reçellerinin ise müdavimleri
vardır. Mesela kuzenim özellikle portakal reçeline bayılır. Ablam kahvaltılarda
şeftali, çay yanına meze yapmaya da ayvayı favorilerine almıştır. Babam, annemin
yapımı olsun da ne olursa olsun kafasında. Benimse çocukluktan beri en çok
sevdiğim çilek reçelidir. Rengi mi yoksa kokusu mu, yoksa çileğin çocuklar
arasındaki dayanılmaz popülerliği midir bilinmez, küçükken tanelerini ayırarak
yediğim çilek reçelini şimdilerde özellikle beyaz peynirli ekmeğimin üzerine
son rötüş atarken zevkle tüketirim.
Reçel bizim evin olmazsa olmazıdır. Hani bazı hanelerde
turşunun bir mevsimi vardır da kavanozlar, sebzeler, tuzlar dört koldan
hazırlanır ya, işte bizim için de reçel o şekilde kutsal rutinde
hazırlananlardandır. Meyve en doğru mevsiminde özenle seçilir: tadı, kokusu, boyutları
çok önemlidir annem için. Kimse alınmasın ama annem nice gurmelerden daha özenli, pek bilmiş gıda mühendislerinden
çok daha tekniğe hakimdir.
Çocukken evimizdeki o büyük reçel kazanından korkardım.
Müthiş rengi ve kokusuyla beni cezbeden bu reçelin kaynarken üzerime
dökülmesinin hayali bile tencereye uzaktan selam çakmama yeterliydi. Ama hiçbir
zaman annemin reçel merasimini kaçırmazdım. Çilekleri hazırlayıp şekere
yatırdığında gizli gizli o çilekleri mideye indirmek kaçırılabilecek türden
birşey değildi. Meyveler sularını iyice salıp artık benim için çiğ yenemeyecek,
annem için de ideal kaynama kıvamına geldiğinde ocağın ateşi yanar biz de doğru
mutfağa yollanırdık.
Şu hayatta en huzurlu koku kapıdan girdiğinizde sizi
karşılayan taze reçel kokusudur. İşte o kokunun her anına şahit olmaktı benim
çocukken edindiğim işim. Annem tencerenin başından bir dakika bile ayrılmazken
ben de onun gölgesinde olan biteni izler dururdum.
25 yaşındayım. Evimizde tencerelerce reçel kaynadı. Kuzenim
için portakal, ablam için şeftali ve ayva, benim için çilek kavanozları
ayrıldı. Reçeller hala parlak ve tüm GDO hikayelerine rağmen meyveler hala
lezzetli. Bense hala bu reçellerin nasıl bu kadar parlak ve lezzetli olduğuna
vakıf olamadım. Bence annem bana çaktırmadan içine başka birşeyler koyuyor ya
da gizli bir dua okuyor reçel kaynatırken.
Kendi evime çıkınca çok sevdiğim bir arkadaşım “yemek
tarifleri defteri” almıştı bana. Cicili bicili bir kapağı var bu defterin, yemek
tariflerinin yazılacağı sayfalarsa kategorilendirilmiş: zeytinyağlılar,
hamurişleri, reçeller... Bir türlü elim gitmedi o defteri kullanmaya. Annemden
tarif alıp oraya not almak istemedim, nedensiz. Her defasında, arayıp “Anne,
şimdi bu tarhanayı yaparken ne kadar önceden ıslatmalıyım?” sormak benim için
çok daha kolay geldi.
Yakınını ya da çok sevdiği birini sonsuza dek kaybetme korkusunu
yaşayanlar beni iyi anlar.
Şair demiş; sizin hiç babanız öldü mü, benim bir kere öldü
kör oldum. Haklıymış.
Cumartesi günü annemin geçirdiği kalp krizini öğrediğimde kör
oldum. Yalnız oldum, kimsesiz oldum. Sonrası mı?
Şaire saygım sonsuz. Hastane köşesinde çaresizlikten yorgun
düşmüş şekilde doktorların ağzının içine bakarken aldığımız güzel haberle
yüreğimize su serpildi. Aniden kör olan birinin yeniden görmeye başlaması gibi:
tarfisiz, eşsiz, yorgun bir mutluluk.
Şüphesiz dünyanın belli bir döngüsü var (bu dönemde
etrafımdakilerin tüm nefret dolu bakışlarıma rağmen defalarca tekrarladığı
gibi!). Ama annenizin biricik kızı, babanızın kuzusuyken onların yokluğunu bir an
bile hissetmek tokat gibi. Koca dünyada köksüz, yalnız, kimsesiz
hissediveriyorsunuz.
Yanlışları tek bir klavye hareketiyle geri almaya öyle
alışmışız ki zannediyoruz ki kaybettiklerimizi de geri getirebileceğiz. Oysa
bak ne diyor Cemal Süreya: “benim bir defa öldü, kör oldum”. Bir defa ölür
sevdikleriniz. Sonrasında kaybettikleriniz hanenize yazılır da yazılır. Annemi
kaybetseydim bir daha geri kazanamayacaktım, bir daha asla konuşamayacak onun
sesini duyamayacak, asla birlikte kahve içemeyecektik. Bir daha asla
yemeklerini yiyemeyecek asla ama asla yemek tarifi alamayacaktım. Çünkü kaybetmiştim
bir defa onu. Oysa ben hala daha çilek reçelinin nasıl o kıvamda yapıldığını
öğrenemedim ya da zeytinyağlı sarmanın dibinin tutturmadan nasıl pişirileceğini
bilmiyorum. Neden tarif defterine elimin uzanmadığını anlıyorum şimdi. Ben o
tarifleri annemin sesinden dinlemeyi onun elinden yemeyi seviyorum.
Dönülmez akşamın ufkundayken vakit çok geç!