Her zaman söylediğim bir şey vardır: sosyoloji okumak ayağının altındaki toprağı kendi ellerinle çekmektir diye. Üniversiteye kadar getirdiğiniz doğrulara, öğretilere, "elaleme", laflara, sözlere her şeye sağır olup tüm gerçekliğinizi kendi ellerinizle değiştiriveriyorsunuz. Bunu yaparken ilk zamanlar boşlukta kalıyorsunuz; öyle ya artık basacağınız, "burası benim güvenlik alanım arkadaş" deyip böbürleneceğiniz bir toprağınız yoktur artık. Zamanla, ayaklarınızın altından çektiklerinizin yerine yenilerini koyuyorsunuz. Bu defa daha yumuşak bir toprak uğraştığınız. Belki de çamur. İstediğiniz şekli veriyor, kendi dünyanızı yaratıyorsunuz.
Yukarıda anlattıklarım benim yaşadıklarım. Belki diğerleri farklı yaşamıştır süreci, bilinmez. Ama ben bir çok "gerçeği"n gerçekliğini sorguladım; bir çok doğrunun yanlışlığını gördüm. Bu zaman aldı. Hatta bazı dönemler biraz sancılıydı belki.
Hiç unutmam Sosyoloji 101 dersindeki okuma paketinde Georg Simmel'le karşılaştığım anı. Kısa bir makalesini vermişti hoca (henüz gözümüzü korkutmamak için).İki gün okudum; ne anlatmak istiyor, peki ama neden bu "zaman" böylesine problematik?
Makaleden hatırladığımı özetlemek gerekirse şöyle söylenebilir: modern insan nasıl kendi yarattığı zaman kavramına köle olur! Kendi yarattığı zaman kavramı! Zaman yok muydu?
Neden 4 yıl öncesine uzandım şimdi derseniz, anlatayım. Bir işim var. Sabah erkenden yollara döküldüğüm, 12'de öğle molasına çıktığım, akşam eve döndüğüm bir işim var. Sabah saatimi kuruyorum. Hep aynı saat. Hep aynı saatte evden çıkmaya özen gösteriyorum; metroda hep aynı vagona biniyorum. metroya giderken ya da çıkışta hep aynı rotayı kullanıyorum. Rotam daha çok hipotenüsten geçiyor; çünkü zaman önemli, bir dakikası bile harcanmamalı, "etkili" (in other words effective) kullanılmalı. Size günümü saat saat özetleyebilirim. Günler benim için pazartesi hafta başı, ayın 30'unda şu saatte toplantı, vs. olarak şekillenmiş. Bedenim bu zaman dilimleri arasında süzülüyor. Dalgalara kapılmış sunta parçası gibi. Hiç bir rotası yokmuşçasına, usul usul, inatla su üstünde kalarak. Ama içten içe su alarak.
Simmel'i anladım. Simmel'in söylediklerini bedenimde hissettim. Ellerime baktım, yüzüme baktım. Simmel benden bahsediyordu. Benim çalar saatimden, vagonumdan, yemeğimden. Bendim köle olan. Ve bendim kölesi olduğumu yaratan!
Bir ufak çığlık olsun dedim, sizlerle paylaştım.
Gel bir kahve içelim o zaman da ezberin bozulsun :D
YanıtlaSilböyle şeyler yazma işi bırakasım geliyor. ayın 16'sında tiyatroya gidicez ama o bile programlı anasını satıyim. nerde o spontane hallerim benim
YanıtlaSilgüzel olmuş büco ellerine sağlık
YanıtlaSil